Ramazan Kur'ân mevsimidir, Kur'ân'ın indiği mübarek bir aydır. Can sıkıcı olayların kararttığı kalbimizi temizleyen, nurlandırıp ışıklandıran, kulaktan geçip kalbe akan Kur'ân sesidir.
Bu sesi ve nefesi ne kadar çoğaltır ve her gün ne kadar tazelersek, o nispette mânevî hissemiz artar. Kur'ân-ı Kerîm hem severek okunan hem de can kulağıyla dinlenen mukaddes bir kitaptır. Dinleyenin üzerinde büyük bir tesir meydana getirmesi, Kur'ân'ın çok açık fark edilen bir özelliğidir.
Kur'ân bu yönüyle de mucizedir. Kur'ân'daki harflerin, kelimelerin, harekelerin, uzun ve kısa hecelerin tam bir düzen içinde oluşu, onun kulağı okşayan ulvî bir mûsikîye sahip olduğunu gösterir. Kur'ân'daki bu edayı bir ilim adamı anlayabileceği gibi, Arapça bilmeyen veya "kulaklı tabaka" diye tabir edilen halktan birisi de fark eder.
Böyle birisi, sadece Kur'ân'ın okunuşundaki âhenge kulak verse, dinlemek sûretiyle bildiği müzik ve şiir nağmesinin çok çok ötesinde, Kur'ân'da tamamen farklı bir âhengin varlığını hisseder.
Hatta bu çeşit kalbi uyanık olanların Kur'ân-ı Kerîmi dinlerken ruhlarına yansıyan o kutsal kelâmın etkisiyle gözlerinden yaş damladığı da olur. Çünkü o anda mü'min, kalbinde bir ferahlığın, imanında bir aydınlığın başladığını hisseder. Kur'ân bu insanları şu ifadelerle över: "Gerçek mü'minler yalnız o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir.
Onlara Allah'ın âyetleri okunduğu zaman imanlarını artırır. Ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler." (Enfâl Sûresi, 2.) Böylece inanan bir insan sadece Kur'ân'ı dinleyerek de ibadet etmiş olur. Kur'ân'ın ilk muhatabı olan Peygamberimiz'in bazı geceler Kur'ân okuyarak sabahladığı olurdu. Okumaktan aldığı bu lezzeti başkalarından dinleyerek de tadardı.
Abdullah bin Mes'ud anlatıyor: Resulullah (a.s.m) "Bana Kur'ân oku" dedi. Ben de, "Size Kur'ân okurum ama Kur'ân size indi" dedim. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.) buyurdular ki: "Ben Kur'ân'ı başkasından dinlemeyi de severim."
"Ben de Nisâ Sûresi'nden okumaya başladım ve "Kıyamet gününde her ümmetten peygamberleri o ümmet üzerine bir şahit ve seni de bunlar ve insanlar üzerine bir şahit olarak getirdiğimiz zaman onların hali nasıl olacak?" (Nisa Sûresi, 41) mealindeki âyete gelince, "Dur" dedi.
Bir de baktım ki, gözlerinden yaşlar damlıyor." Öyle ki en amansız bir hastalığa yakalanan ve en küçük bir gürültüden bile rahatsız olan hastaların kulağına Kur'ân sesi öyle hoş gelir ki, ne onu rahatsız eder ne de bıktırıp usandırır.
"Usandırmamasının hikmeti ise şudur: Kur'ân kalplere gıda, akıllara kuvvet ve zenginlik, ruhlara su ve ışık, nefislere bir ilaç ve şifa olduğundan usandırmaz. Her gün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi her gün yesek usandırır."
Sadaka, hastalığı nasıl tedavi eder?
Mehmet Bey, hastalığımı niyet edip zekât ve sadaka verebilir miyim? (Rumuz: Duacı)
Zekât farz bir ibadettir, sadaka ise nafile (sünnet) bir ibadettir. İbadetler Allah emrettiği için yapılır, sonucu da Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bunun için ibadetlerde asıl maksat Allah rızasını gözetmek olmalıdır.
Zekâtın ve sadakanın her ikisi de kulu Allah'a yaklaştıran bir özellik taşır. Diğer yönüyle de insanlar arasında bir yardımlaşmadır, merhamet ve şefkatin güzel bir ifade edilişidir.
Varlıklı insanlardan fakire sevgi ve merhamet ulaşırsa, fakirlerden de zenginlere saygı ve dua akışı sağlanır.
Sadakanın sevaplı zamanı vardır, bir de günahların affedilmesine, hastalıklardan şifa bulmaya vesile olması söz konusudur.
Peygamberimize sordular:
"En faziletli, sevaplı sadaka ne zaman verilendir?"
"Resulullah (a.s.m.), 'Ramazan ayında verilen sadakadır' buyurdu."
Çünkü bu ayda amellerin sevabı bire bindir.
İkincisi: Verilen sadakanın manevi bir dert olan günahların affına sebep olmasıdır. Bunu da Peygamberimiz şöyle ifade eder:
"Su ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları söndürür."
***
"Sadaka vermeye devam edenin rızkı artar ve duası kabul olur" buyuran Peygamberimiz sadakanın bu yönüne işaret ederken, sadaka konusunda önemli bir tereddüdü şu veciz sözüyle giderir:
"Sadaka vermekle mal eksilmez."
Sizin sorununuz cevabını da yine Peygamberimiz'den öğreniyoruz:
"Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Sadaka her hastalığı ve belayı önler."
Sadaka hastalığın manevi tedavi şeklidir. Verilen sadakalar fakirin duasını almaya vesile olur, o dua sayesinde Allah hastalığa şifa verir veya ağrısını/ağırlığını kaldırır yahut sabır gücünü arttırır.
Bunun için doktora gitmeden önce bir yoksulun gönlünü kazanmak ihmal edilmemelidir. İleriden beri Medine halkı bu âdeti yaşatır. Hastaneye, doktora gitmeden önce sadaka vermeyi ihmal etmezler.
Doların zekâtı nasıl verilir?
Doların zekâtı alıştan mı verilir, satış üzerinden mi verilir?
Doların zekâtını dolar olarak verirseniz, herhangi bir sorun olmaz. Kırkta birini verirsiniz. Fakat TL'ye çevirip vermek isterseniz, alış fiyatı üzerinden verirsiniz. Çünkü doları TL'ye çevireceksiniz, çevirirken sizden doları satın alan dövizci satış fiyatından değil de alış fiyatı üzerinden çevirecektir. Siz de zekâtı alış fiyatı üzerinden verirsiniz.
İlaç içtim, orucum olur mu?
Sayın Paksu, sahur vaktini 15-20 dakika geçe uyanabildim. Tansiyon ilaçlarımı içmek zorunda olduğum için, içip öyle niyetlendim. Bir kusur işlemiş oldum. Orucum sayılır mı? (Rumuz: Binnaz)
Bugünkü orucunuz sayılmaz. Çünkü imsak saati geçmiş oluyor. Bir de zaten ilaç almak zorunda olduğunuz için hasta sayılıyorsunuz. Ramazan'dan sonra bugünün orucunu kaza edersiniz.
Dualarım neden kabul olmuyor?
Sayın Paksu, benim dualarım hiç kabul olmuyor. Bu da benim inancımı yitirmeme sebep oluyor. (Rumuz: Duacı)
"Yediğim yemek mideme gitmiyor" gibi bir söz bu. Böyle bir şey mümkün mü?
Bir kere dua bir ibadettir. Kulluğun ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Dua, kulun Rabbine yaklaşması, yakınlaşmasıdır.
Duanın diğer bir anlamı da Allah'ı çağırmak, Ona bir çağrı göndermektir. Çağrımıza cevap verdiğini bildiğimiz için, içimizde bir rahatlık ve huzur olur. Bir ayette bildirildiği gibi, "Bana dua edin, Ben de duanıza cevap vereyim" denmektedir.
Duada iki kavram vardır. Biri cevap, diğeri kabul. Allah her duayı işitir, cevap verir. Fakat duayı aynen kabul etmeyebilir.
Doktor-hasta örneğinde olduğu gibi. Hasta doktora şikâyetini söyler, hatta bir ilaç ismi de belirterek reçeteye o ilacı yazmasını ister. Doktor ise muayene ettikten sonra ya hastanın istediği ilacın aynısını verir ya daha iyisini verir veya hiç ilaç yazmaz. Yani, hastanın durumunu doktor daha iyi bildiği için, ona göre bir tedavi uygular.
Kul olarak biz de derdimizi Allah'a arz ederiz, isteğimizi ve ihtiyacımızı bildiririz. Cenab-ı Hak da bizi bizden daha iyi bildiği için, geleceğimizi ve daha çok neye ihtiyacımızın olduğunu en iyi O takdir ettiği için, bazen istediğimizin aynısını verir, bazen daha iyisini verir, bazen de hiç vermez. Vermemesi de faydamızadır, çünkü ileride o şey bizim zararımıza olabilir.
Bazı zamanlarda da ettiğimiz dua sonucu başımıza gelebilecek bir belayı kaldırır. Özetle yapılan hiçbir dua karşılıksız kalmaz, boşa gitmez. Zaten dua bir ibadettir. İbadetlerin karşılığı ise âhirette verilecektir.
Dua etmeye devam edelim. Her dua imanımızı güçlendirir, bizi Allah'a bağlar.
61 gün tutmam mı gerekir?
Mehmet Bey, sahura kalkamadım, sabah orucu yedim. 61 gün tutmaya gerek var mı?
Sahura kalkmak fiili bir niyettir, ama sahura kalkmadan da oruç tutulur. Çünkü sahur orucun şartı değildir. Akşamdan yarınki Ramazan orucunu tutacağınızı bilmeniz, içinizden, kalbinizden geçirmeniz oruç tutmak için bir niyet sayılır.
Bu bakımdan siz başlanan bir orucu yemiş/bozmuş oluyorsunuz. Dolayısıyla 61 gün, kazasıyla birlikte kefaret orucu tutmak durumunda kalmışsınız.
'Faizsiz kredi'de faiz var mıdır?
Mehmet Bey, bir bankanın "faizsiz kredi" adı altında verdiği krediyi almamız caiz midir? Sistem şöyle işliyor: 5.000 TL kredi için 400 TL komisyon alıyor. Bize verdiği 4.600 TL ama 10 ay vadeyle 5000 TL geri ödüyoruz. Bu durum faiz midir? (Rumuz: Yağmur)
Evet, bu durum tam bir faiz işlemidir. Çünkü sizden peşin olarak 400 TL keserek verdiği paranın faizini almış oluyor. Bu işlem faizsiz bir kredi sayılmaz. "Faizsiz kredi", verdiği paranın miktarı kadar geri ödeme almasıdır. Hiçbir banka da bunu yapmaz/yapamaz.
Namazsız oruç olur mu?
Mehmet Bey, benim işverenim namaza izin vermiyor. Namazsız oruç olur mu? (Rumuz: Uşak)
İşverenin namaza izin vermeme gibi bir yetkisi yoktur. Hiçbir kimse namaz kılan bir çalışanına "Sen namaz kılmayacaksın" diyemez. Çünkü Allah'ın emrettiği bir farzı hiçbir insan engelleyemez. İşverenin bu yanlış tavrı sizin üzerinizden namazı kaldırmaz.
Bunun için namazı vakti çıkmadan kılma yollarını arayın. Öncelikle abdestli olmaya çalışın. Öğle arasında uygun bir yer bulursunuz, en azından farzını kılarsınız. Bu da 3-4 dakikalık bir süredir. İkindi ve akşamı da vakitleri çıkmadan uygun bir zamanda kılarsınız.
Abdeste ayrıca özel bir zaman ayırmayın, normal biçimde lavabo ihtiyacınızı görürken abdestinizi alın. En ufak biçimde istismara müsait olmasın. Namaz kılmak için de özel bir yer aramanıza gerek yoktur. Yanınızda küçük bir cep seccadesi olsun, lavabo dahil, nerede bir seccadelik yer bulabilirseniz namazınızı orada kılın.
"Namazsız oruç olur mu" sorusunun cevabını Peygamberimiz'den öğreniyoruz. Peygamberimiz İslam'ı beş sütunlu bir binaya benzetiyor ve İslam'ın beş şartını sayıyor. Bu sütunlardan birini kaldırırsanız, binanın yıkılacağı kesindir.
Hatta bir hadiste, "Namaz dinin direğidir. Kim namazı kılarsa dini ayakta tutmuş, kim de terk ederse dini yıkmış olur" buyuruyor.
Bu açıdan namazı oruçtan ayırmamalı. Birini yaparken, diğerini ihmal etmemeli. İkisini bir arada götürmeli.
Ayrıca bundan, "Namaz kılmıyorsan, oruç da tutma" anlamı çıkmamalı. Oruca önem verildiği kadar namaza da önem verilmeli. Çünkü Allah'ın emirleri arasında ayırıp yapma söz konusu değildir. Beş emir, beş duyumuz gibidir. Birinin eksikliği diğerlerini de etkiler.
Jel orucu bozar mı?
Sayın Paksu, benim yüzümde alerji çıktı. Doktor jel verdi. Sabah, akşam sürmem gerekiyor. Oruca mani olur mu?
Jel, krem, merhem ve benzer ilaçları cilde sürmenin; parfüm ve deodorantları kullanmanın, oruca bir zararı olmaz. Çünkü bunlar hiçbir şekilde vücudun içine, mideye ulaşmıyor, bir besleyicilik özelliği vermiyor.
İmsaktan sonra gusül alınabilir mi?
Mehmet Bey, gusül abdestinin imsaktan sonra yapılması oruca zarar verir mi?
İmsaktan sonra ve gün içinde iftara kadar gusül almamın oruca bir zararı olmaz. Yalnız ağza ve burna su verirken dikkat etmeli, boğazdan içeri suyun kaçmasına meydan verilmemelidir.
Sahura kalkamadım, oruç tutayım mı?
Sahura kalkamadım, dolayısıyla niyet de edemedim. Oruç tutmasam karşılığı ne olur?
Oruç tutmak için sahura kalkmak şart değildir. Sahur yapmak bir sünnettir, sevaptır, oruca dayanmaya yardımcı olur. Yoksa sahura kalkamamak oruç tutmaya engel değildir. Dille niyet etmeniz şart değildir. Niyet, o gün oruç tutacağınızı bilmenizdir. Oruç tutmazsanız büyük bir günaha girmiş olursunuz.
Evli bir erkeği seviyorum ama karısı...
Mehmet Bey, bir süredir evli bir beyi seviyorum. Şu an evlilik aşamasındayız.
Karısından boşanması konusunda baskı yapamam, bunu kabul ederek bu yola girdim. O da karısından boşanmayacağını ısrar ettiğim takdirde benim zararlı çıkacağımı söylemişti.
Ailemi ikna etmek zor oldu, ama sonunda kabul ettiler. Ancak tek sorun, bu beyin eşi. İlişkimizi duyunca benimle konuşmaya bile geldi. Çok üzgün. Buna sebep bir şekilde ben oluyorum. Sorum şu: "O kadının eşiyle evlenmem ona zulmetmek olur mu? Dinde çok evlilik var.
Evli bir erkekle evlenmem eşine haksızlık yaptığım anlamına mı gelir? Onun ağlamasına, üzülmesine ben mi sebep oluyorum? Ne yapmam gerek? Bir yol gösterin."
(Rumuz: Tuba)
Bu mesele o kadar zahir ve bariz ki, hiçbir şeye gerek kalmayacak kadar açık ve belli... Hemcinsiniz olan o kadının duygularını benden çok iyi bilirsiniz. Aslına bakılırsa benim bir şey söylememe gerek kalmadan sorunuzun içinde cevabını vermişsiniz.
"Zulmetmek"ten, "haksızlık yapmak"tan, "ağlaması"ndan, "üzülmesi"nden söz ediyorsunuz. Bütün bunlara sizin sebep olduğunuzu söylüyorsunuz. Hanımsınız, kendinizi onun yerine koyun, bir anlık yer değiştirin. Evli, huzurlu, eşine bağlı, eşini seven, çocukları olan, her akşam yemeği pişirmiş, eşinin yolunu bekleyeceksin, birlikte sevinç ve mutluluk içinde yemek yiyeceksiniz. O gece eşiniz eve gelmedi, yemekler sofrada kaldı, huzurunuz kaçtı, hayaliniz altüst oldu. Niye mi? Eşinize bir başka hanım talip olmuş. Size kuma gelecekmiş.
Eşinizi bir başka kadınla paylaşacakmışsınız. Ne dersiniz? "Kaderimmiş, çekerim. Allah daha kötüsünden korusun, ikimiz de nasibimiz neyse onu görürüz" mü dersiniz? Yoksa geleceğiniz karardığını, geceleri uykunuzun kaçtığını, yuvanızın başınıza yıkıldığını, her şeyin bittiğini, elinizin ayağınızın soğuduğunu mu hissedersiniz? Kısa süreli bir empati insanı nereye götürüyor, nerelere taşıyor değil mi?
Siz daha evlenmemişsiniz, kendinize bir eş bulabilirsiniz. Ya o ev bark sahibi, çocuklarının annesi olan kadın bu haliyle yeni bir hayat kurabilecek mi? Kuramasa dahi, "kaderine boyun eğse" bile, eski tadı huzuru kalır mı? Gelin, bu drama siz sebep olmayın. Bu yuvanın huzurunu siz kaçırmayın. Bir kalbin kırılması, bir yüreğin burulması sizin yüzünüzden olmasın. Siz Allah'tan hayırlı birini isteyin. "Ev üstüne ev olmaz" demiş atalarımız... Ha derseniz, "Ben olmasam bile o kişi gider, kendisine ikinci bir eş bulur..." Bu sizi sorumlu tutmaz, size bir mesuliyet getirmez. Yeter ki, siz can acıtmayın, huzursuzluğa sebep olmayın.
Babam malımı istediği gibi kullanabilir mi?
Çarşamba günkü yazınızda babanın çocuğun malını dilediği gibi değerlendirebileceğini yazmışsınız. Bu durum evlenen erkek/kız evlat içinde aynı mıdır? Bu konuda (kazanılan paranın değerlendirilmesi) babamla pek anlaşamıyoruz. Bu konuda babamı üvey annemin etkilediğini düşünüyorum. Tavsiyeleriniz nelerdir?
(Rumuz: Şimşek)
O yazıda sözünü ettiğimiz hadisi mutlak olarak anlamayın. Yani Peygamberimiz'in "Sen de malın da babanındır" buyuruyor. Fakat "Babanız sizin malınızı istediği gibi, istediği kadar harcar, har vurur harman savurur" anlamı çıkmamalı. Baba muhtaç duruma gelmişse, başka bir geliri yoksa evlat babasının ihtiyaçlarını karşılar, onu aç ve açıkta bırakmaz, kimseye muhtaç etmez anlamındadır.
Yoksa İslam'da mülkiyet esası vardır. Herkesin malı, kazancı kendinedir. Babanızın özel mülkiyeti olduğu gibi, sizin de kendinize ait malınız, mülkünüz olabilir. Hatta babanızla iş ortaklığı kurduğunuzda, babanız sermayesi kadar hisse ve kâr sahibi olabilir.
Sizin malınıza, kazancınıza el koyamaz. Böyle bir şey yaparsa haksızlık eder. Hatta bunun için gerekirse hukuki yol bile devreye girer. Kız evlat için de aynı şey söz konusu. Baba ve anne muhtaç olunca, kız evlat da onların ihtiyacını karşılamak zorundadır. Nasıl babasının, annesinin malına mirasçı oluyorsa, gerektiğinde onların ihtiyacını da görmesi, karşılaması gerekir.
Fakat mal mülk meselesinde, kâr kazanç konusunda babayla aradaki nizaı büyütmemek lazım. Saygıda kusur etmeden, normal ölçüler içinde problemi halletmeye gitmek lazım.
Eşimi boşamış oldum mu?
Mehmet Bey, bazı sorularım var cevaplarsanız çok sevineceğim. Ben Hanefi mezhebindeyim.
1. Kişi, boşama niyetiyle "Senden sıkıldım, usandım, senden bıktım, seni sevmiyorum, yeter artık, canımı sıkma/sıkıyorsun, bu evliliğe son verelim, seninle evlendiğime pişmanım, senden karı olmaz, of, aman" gibi bıkkınlık veren sözlerden hangi sözleri söylerse boşama meydana gelir.
2. Kişi, içinden ya da kimse duymadan sesli olarak "Eşim şunu yaparsa boş olsun" dese ve eşi yapsa boşama gerçekleşir mi? Fakat eşinin ya da başkasının bu sözlerden haberi yok.
3. Aklına boşama geliyor gibi eşine "Çık" dese... Talak konusunda vesveseli adamın durumu ne olur?
(Rumuz: Saka)
Boşanmayı öyle fazla akla getirmemek, fazla dile dolamamak gerekir. Her can sıkıntısında, her hanıma kızışta, en küçük tartışmada, basit ağız dalaşında boşanma/ ayrılma yoluna gitmemeli... İnsan birlikte yaşamak için evlenir, hayatı, evi, aileyi paylaşarak ömrünü geçirir. Evlilik kurumu hem çok ciddidir hem de o oranda kutsal bir özelliğe sahiptir. Bu kutsalın korunması hayati bir önem taşır.
Hayat aile mahremiyeti içinde anlam kazanır. Birbirinin eksiğini, kusurunu, hatasını, hatta bir yerde kaprisini çekerek karı koca birbirini sahiplenir. Bu sahiplenmek izzettir, şereftir, namustur, karakterdir; asıl olarak ahlaktır, imandır ve akıl-kalp-vicdan üçlüsünün canlı kalması, sağlıklı devam etmesidir. Bu kısa hatırlatmadan sonra sorularınıza gelelim:
1. Bu maddede yer alan herhangi bir söz, bir veya iki talak/boşama niyetiyle söylenirse üç talaktan biri/ ikisi gitmiş olur. Tekrar yeni bir nikâh akdedilmedikçe karı koca bir arada bulunamaz. Buna İslam hukukunda "bâin talak" adı verilir.
2. İkinci sorunuzda yer alan mesele daha farklıdır. İnsanın bir şeyi içinden geçirmesi bir hüküm içermez. İçinizden eşinizi yüz kere de boşasanız da bu bir anlam ifade etmez. Çünkü insan kalbinden geçirdiği kötü düşüncelerden dolayı sorumlu olmadığı gibi, bundan dolayı bir hüküm de meydana gelmez.
Fakat kendisi duyacak şekilde şartlı bir boşamayı dile getirirse bundan dolayı bir sonuç ortaya çıkar, bu bir hükümdür ve yaptırım oluşturur. Ancak arz ettiğim gibi böyle şeylerle kafanızı meşgul etmeyin, aklınızı, zihninizi yormayın. Bu düşünceler olsa olsa birer vesvese, birer takıntı ve çelişkiler yumağıdır. Kurtulmaya çalışın.
3. Bu sorunuzda zaten bunun altında vesvesenin yattığını belirtiyorsunuz. Talak/boşanma konusunda vesveseli adamın sözleri hiçbir hüküm/ müeyyide gerektirmez. Çünkü sürekli bunun ikilemi içinde bulunuyor, söyleyip söylemediği konusunda tereddütler/şüpheler yaşıyor. Bunun için aklınıza, kalbinize boşama gelse bile önem vermeyin, ciddiye almayın, korkuya kapılıp bir endişeye düşmeyin. Kendinizi sıkmayın, rahat olun. Böyle vesveselere karşı şeytanın şerrinden, sizinle meşgul olmasından Allah'a sığının ki, sizden uzak dursun.
Bu aşk hayatımı altüst etti
Ben bundan 10 yıl önce dershanede bir bayanla tanışmıştım. Kendisi imam hatip mezunuydu ve türbanlıydı. Ona duygularımı açtım, reddetti. Daha sonra hiç görüşmedik ama ben onu kafamdan hiç atamadım. O sınavı kazandı, bir meslek sahibi oldu. Ben kazanamadım. Bu aşk hayatımı altüst etti.
Onu düşünmekten ders çalışamıyordum. O daha sonrada evlenip başka bir şehre gitti. Aradan yıllar geçmesine rağmen ben onu sevmeye hâlâ devam ediyorum ve bu yüzden de kimseyle evlenmek istemiyorum. Kafamda biri varken bir başkasıyla nasıl beraber olabilirim?
Bu karşıdaki insana haksızlık olmaz mı? Ben onu ölene kadar seveceğim, böyleyken nasıl başkasıyla evlenebilirim ki? Lütfen bana bir yol gösterin.
(Rumuz: Burak)
Bu tek taraflı aşkın sizi daha da mağdur etmesine izin vermeyin. Kendinize daha fazla yazık etmeyin. Zaten bir hayli acı çekmişsiniz. Böyle devam ederseniz bu duygu hayatınızı daha çok zora sokar. "Kafanızda biri varken bir başkasıyla" evlenirsiniz, yuvanızı kurarsınız. "Bu karşıdaki insana haksızlık olmaz."
Onu "ölene kadar" sevseniz bile ondan başkasıyla evlenebilirsiniz. Nitekim o gayet rahat bir başkasıyla evlenmiş, eşine, işine, aşına kavuşmuş. Siz de bir an önce evlilik hazırlığına başlayın, yurt yuva sahibi olun, çoluk çocuğa karışın. Evleneceğiniz hanım kalbinize hakim olur, size yeni bir hayata hazırlar. Bir de çocuklarınız olursa, zaten o hayalî sevgi sizi gerçek sevgiyle yaşatır.
Mehmet Paksu |